top of page

Maggie Yoktur: Lacan'ın "Kadın Yoktur" Sözüyle Sleepless in Seattle’a Bir Bakış

  • tugbacerendeniiz
  • 1 Ağu
  • 4 dakikada okunur

ree
Sleepless in Seattle (1993), eşi Maggie'nin ölümünün ardından küçük oğluyla Chicago’dan Seattle’a taşınan Sam’in hikâyesini anlatan bir romantik komedi filmidir. Filmin merkezindeki muamma, Sam’in ulusal bir radyo programında yaşadığı derin kederi ve kaybettiği “sihirli ve mükemmel evliliğini” içtenlikle
anlatmasının, ülke genelindeki yüzlerce kadından gelen sayısız mektupla yoğun ilgi görmesine ve evlilik teklifleri almasına yol açmasıdır. Bir gazete yazarı olan Annie de dâhil olmak üzere bu kadınlar, Sam’in hikâyesini ve dolayısıyla Sam’in kendisini yalnızca bu anlatı aracılığıyla arzularlar. Annie’nin Sam’e duyduğu bu yoğun arzu; kaybını, dolayısıyla eksikliğini anlatan bir erkeğe yönelen bu şaşırtıcı çekim, Lacancı psikanaliz bağlamında Öteki’nin eksiği —dolayısıyla arzusu— ve bu eksikle özdeşleşme üzerinden değerlendirilebilir. Fakat ben bu yazıda bu arzuyu, kadınlıkla ve kadın öznenin kendine sorduğu “Ben kadın mıyım?” ve eğer öyleysem “Kadın ne demektir?” sorularıyla ilişkili olarak ele alacağım.

Lacan, “Kadın yoktur” (“La femme n’existe pas”) derken, kadınlığın simgesel düzende yekpare ve evrensel bir temsilinin olamayacağını, Kadın’ın sabit bir kimlik değil, gösterenin sınırlarını zorlayan bir eksiklik olduğunu vurgular. Bu nedenle “Kadın”ı her zaman ilk harfi büyük olacak şekilde, özgül bir kategori olarak değil, simgesel düzenin sınırında bir konum olarak kavramsallaştırır. Lacan’a göre kadınlar, eril düzende olduğu gibi tümüyle fallik yapıya tabi değildir; kadınlık, tam da bu “hepsi değil” (pas-toute) oluşla tanımlanır. Kadının deneyimi yalnızca toplumsal cinsiyetle değil, aynı zamanda simgesel düzenin sınırlarını aşan bir keyif alanıyla da şekillenir. Bu alan, Lacan’ın “Öteki jouissance” (la jouissance de l’Autre) adını verdiği, kelimelere sığmayan, temsil edilemeyen bir keyiftir.

Büyük harfle yazılan bu “Kadın”, biyolojik cinsiyetin ya da toplumsal cinsiyet rollerinin ötesinde, fallusla simgelenen düzenin dışında kalan bir konumdur. Filmde mektup yazan kadınlarsa, tam da bu temsil edilemez Kadın figürüyle ilişkilenmeye çalışıyor gibidir. Kadınlığın bu kaygan, gösterileni olmayan ve eksikliği merkezine alan yapısı, Lacan’ın öğretisiyle birlikte düşünüldüğünde filmdeki kadın karakterlerin arzularında ve konumlanışlarında belirginleşmektedir.

Filmdeki Annie karakteri, Kadın’ın konumuna özgü bu eksiklikle karşı karşıya gelir. Sam’e duyduğu ilgi, onu ilk kez televizyonda çocuğunun anlattıkları üzerinden duyduğu anda başlar; bu, simgesel düzeyde bir çağrılma anıdır. Ancak Annie’nin arzusu doğrudan Sam’in kendisine değil, Sam üzerinden açılan eksik alana yönelir. Bu, Lacan’ın arzunun Öteki’nin arzusuna bağlı olduğu fikriyle de ilişkilidir. Bu kadınlar yalnızca Sam’in yaşadığı kayba değil, onun arzusunun yöneldiği eksik alana; Maggie’nin —yani Kadın’ın— hayaline de yönelirler. Bu kadınların gözünde Maggie, filmde sıradan bir eşten ziyade, adeta efsaneleşmiş bir figür hâline gelir. Onun yokluğu bir boşluk yaratır ve kadınlar bu boşluğa yazdıkları mektuplarla kendilerini yerleştirmeye çalışırlar. Oysa bu çaba eksik kalmaya ve imkânsızlığa gebedir; çünkü Lacan’ın da söylediği gibi aslında “Kadın yoktur.”

Bu bağlamda Lacancı teorinin bazı feminist çevrelerce eleştirilmesi anlaşılırdır. Simone de Beauvoir’ın ünlü “Kadın doğulmaz, kadın olunur” sözü, bu tür özsel yaklaşımlara bir itirazdır. Bazı feminist kuramcılar, Lacan’ı kadınlığı fallik düzende tanımladığı gerekçesiyle eleştirmiştir. Oysa Lacan kadını eksik olarak değil, simgesel düzenin sınırında, temsil edilemeyen bir fazlalık olarak konumlandırır. “Kadın yoktur” derken, onun evrensel bir kavramla temsil edilemeyeceğini; kadınlığın daima tekil, dile gelmeyen ve kaygan bir yer tuttuğunu söyler. Bu nedenle Lacan, “Kadın yoktur, kadınlar vardır” diyerek evrensel kadın kategorisini reddederken, her kadının kendi konumlanışını eşsiz ve simgesel düzende sabitlenemez olarak tanımlar. Bu bakımdan Lacan’ın kadınlığı sabitlemeyi reddetmesi, feminist özcülüğe bir eleştiri olarak da okunabilir.

Sleepless in Seattle, Mektuplar
Sleepless in Seattle, Mektuplar
Darian Leader’ın Kadınlar Neden Yazdıkları Her Mektubu Göndermezler? adlı kitabında da filmde gördüğümüze benzer bir durum söz konusudur: Kadınların mektupları çoğu zaman gönderilmez çünkü bu mektuplar bir ilişki başlatmaktan çok, bir sorgulamayı amaçlar. Filmdeki mektuplar gönderilmiş olsa da, tam da Leader’ın işaret ettiği gibi aslında her biri gönderilmemiştir de: Sam’e ulaşsalar bile cevapları yoktur; karşılıklı bir ilişki yerine bir boşluğa yazılmışlardır. Bu mektuplar hem arzunun nesnesine bir yönelimdir, hem de o arzuda “Ben kimim?” sorusunun yansımasıdır. Kadınlar Maggie’nin boşluğunu doldurmakla yetinmek istemez; onun bıraktığı yerde Kadın olup olmadıklarını görmek isterler.

Lacancı bakış açısına göre kadın olmak, bir cevaba değil, bir soruya sahip olmaktır. “Ben kadın mıyım?” sorusu sabit bir yanıtla çözülmez; bu soru, öznenin varoluşsal sorunsalı olarak açık kalır. Filmdeki kadınlar, Maggie’nin bıraktığı yeri doldurmaya çalışırken aslında bu soruyu kendi adlarına yeniden sormaktadır.

Filmde ayrıca Annie’nin, annesinin gelinliğini denerken onun geçmişte yaşadığı aşkı anlatması da dikkate değerdir. Annesi, “Bir şey olur... sihirli bir şey” diyerek aşkı temsil edilemeyen bir yoğunlukla tanımlar. Annie ise bu sözleri biraz yabancılaşarak, belki de anlamlandıramadan dinler. Bu sahne, Annie’nin annesinin kadınlık ve aşk anlayışını sorgulamaya başladığı an gibi görünmektedir. Lacan’a göre kadınlık, annenin arzusu üzerinden de kurulur: Bir kadın, annenin kadınlık pozisyonunu içselleştirerek ya da ona karşı çıkarak kendi öznel kadınlığını yapılandırır. Annie’nin gelinlik giydiği bu sahne, onun kendi kadınlık pozisyonunu kurarken annesinin ‘sihirli aşk’ anlatısını nasıl konumlandıracağına dair bilinçdışı bir çatışmayı açığa çıkarmış olabilir.

Bu ‘sihirli şey’ tanımı yalnızca anneye ait değildir. Annie, Sam’i ilk kez radyoda dinlediğinde, o da Maggie ile ilişkisindeki aşkı ‘sihirli’ bir hâl olarak tanımlar. Annie’nin hem annesinden hem de Sam’den aynı sözcüğü duyması, onun sanki hem bir erkek figürüne hem de annesinin geçmişteki kadınlık modeline kulak vererek kendi kadınlık sorusunu şekillendirmesine alan açar. Kadınlık burada yalnızca bir sevgilinin bakışıyla değil, bir annenin anlatısındaki arzu ile de kurulur. “Ben kadın mıyım?” sorusu böylece yalnızca eril arzuya değil, bunun da ötesinde annenin hayalindeki kadın figürüne de yönelir. Annie’nin gelinlik içindeki hâli, annesinin yerini alma arzusu değil; o arzuya bakarken kendi kadınlık pozisyonunu yeniden kurma çabasıdır.

Tüm bunlarla birlikte düşünüldüğünde, Sleepless in Seattle filminde Sam’e mektup yazan kadınlar yalnızca bir erkeğe yönelen arzunun değil, aynı zamanda kadınlık sorusunun çeşitli düzeylerde tekrar tekrar sorulduğu bir zemine işaret eder. Sam’in kederi, Maggie’nin kaybı ve onun idealize edilmiş imgesi; kadınların yazdığı mektuplarda yalnızca bir romantik arzuya değil, aynı zamanda kendi öznel konumlanışlarına da temas eder. Bu yazılar, hem eril arzuya karşı bir yönelim, hem de annenin kadınlık tahayyülüne bir yanıt arayışıdır. Annie’nin gelinlik içindeki içsel bölünmüşlüğü, annesinin “sihirli aşk” anlatısıyla Sam’in benzer tanımlaması arasında sıkışmışlığı, bu kadınlık sorusunun ne kadar çok katmanlı olduğunu gösterir.

Kadınlık burada yalnızca toplumsal cinsiyetin değil; aynı zamanda arzu, kayıp ve temsil edilemeyen bir jouissance’ın çerçevesinde konumlandırılır. Bu kadınlar, kadınlığın ne olduğunu, kendi kadınlıklarının sınırlarını, başkasının arzusunda nerede durduklarını ve o arzuya ne kadar dâhil olabileceklerini sorgulayan öznelerdir. Maggie’nin yokluğu, onların bu soruları yazmalarına neden olan boşluğu yaratır. Filmde tek bir Kadın yoktur; arzularıyla, eksiklikleriyle ve özdeşleşme biçimleriyle çeşitlenen kadınlar vardır. Mektuplar, Sam’e olduğu kadar bu kadınların kendilerine ve belki de Kadın’a yazılmıştır.
 

Kaynaklar:

Lacan, J. (1972–1973). Le Séminaire XX: Encore. Paris: Seuil.
Fink, B. (1995). The Lacanian Subject: Between Language and Jouissance. Princeton University Press.
Leader, D. (1996). Why Do Women Write More Letters Than They Post? Faber and Faber.
Soler, C. (2006). What Lacan Said About Women. Karnac Books.
 
 
bottom of page