Psikanalizin Kıyısında Köşesinde Kalan: Arkadaşlık
tugbacerendeniiz
16 Ağu
3 dakikada okunur
Akhilleus ve Patroklos
Arkadaşlık, Antik Yunan'da philia, Aristoteles için “birine iyilik dilemek”tir. Ona göre arkadaş, arkadaşı için iyiyi istemelidir. Psikanalitik bakış açısından ise bu tanım fazlasıyla iyimserdir. Freud’dan Lacan’a uzanan çizgide psikanaliz, insanın her zaman kendi dostu olmadığını, hatta kimi zaman kendi çıkarlarına aykırı, kendine zarar verici eylemler içinde olduğunu vurgular. Öznenin “iyi” dediği şey, çoğu zaman bilinçdışı arzuların, suçluluk duygusunun ve tekrar zorunluluğunun ördüğü karmaşık bir düğümden ibarettir.
Bu nedenle arkadaşlığı “birbirinin iyiliğini istemek” üzerine kurmak pek yeterli değildir. Arkadaşlık, iyiliğin evrensel tanımlarına yaslanmayan, diğer bütün ilişkiler gibi öznelerin bilinçdışı dinamiklerinin belirleyici olduğu bir ilişki olarak ele almak gerekir.
İmgesel Düzen: Yansımanın Kapanı
Arkadaşlık çoğu zaman imgesel düzeyde başlar; bir bakıma karşımızda kendi “tamamlanmış” idealimizi görürüz. Bu durum, Lacan’ın ayna evresi kuramıyla anlaşılabilir: Benlik oluşumu, dışarıdan gelen bir imgeye, yani bir ayna yansımasına bağlıdır. Bu imge, o ana kadar parçalanmış ve dağınık hisseden bebeğe, bu hislerin tam aksine, bütünlüklü ve kusursuz bir ideal bir yanılsama sunar. Fakat yansımayı görmek onun içselleştirilebilmesi için, yani ben’in oluşabilmesi için tek başına yeterli değildir; Ebeveynin bebeğin gördüğü bu imgeyi onaylaması ve tasdiklemesi gerekir. Bunu bazen onu başıyla onaylarak, bazen de “Evet, orası burnun!” diyerek yapar. Bu sayede bebek, ayna karşısında gördüğü bu ideal imgeyle özdeşleşir. Ancak bu özdeşleşme süreci, hem tanıma hem de bir tür yabancılaşma deneyimini içerir; bebek kendini hem tanır hem de artık kendini başkasının bakışıyla görmeye, kendine yabancılaşmaya başlamıştır.
Benzer bir biçimde, yetişkin arkadaşlıkların başlangıcında da insanlar karşılarındaki kişide kendi ideal imgelerini görebilir. Fakat bu imgesel ilişki büyüleyici olsa da kırılgandır; onay arayışı, narsistik rekabet, kıskançlık gibi hisler kolayca devreye girebilir. Karşımızdaki “benzer” (semblable) hem çekici hem çatışmalı bir figür haline gelir.
İmgeselin getirdiği bu çıkmazlara öznenin kapılmamasını sağlayabilecek hakiki bir bağ, üçüncül bir düzenek aracılığıyla kurulabilir. Lacan’ın sözünü ettiği “tres faciunt collegium” (üç kişi bir kolektivite oluşturur) formülü, dyadik (ikili) ilişkilerde oluşmayan belirli bir işlevin ancak üçüncü bir unsurundevreye girmesiyle mümkün olduğunu ifade eder. Böylece arkadaşlık, yalnızca imgesel yansımaların oyunu olmaktan çıkar ve simgesel bir bağa dönüşebilir.
Hakiki Arkadaşlık: Arkadaşlık: İmgesel’den Simgesel’e Uzanan
Hakiki arkadaşlık, imgesel düzeyi aşarak simgesel bir bağa dönüşebilir. Bu bağ, ideal imgelerden çok,paylaşılan bir tutku, ortak bir ideal veya düşünce sistemi gibi ortak dil ve gösterenler üzerinden kurulur. Böylece arkadaş, bizi tamamlamaktan ziyade, eksikliğimizi tanıyan ve ona alan açan kişi olabilir.
Bu bakış açısıyla arkadaşlık, bireyin kendi arzusu ile Öteki’nin talepleri arasında bir denge kurmasını ve eksikliğin tanınmasını sağlayabilen bir ilişkidir.
Birbirinin Yerine Geçemeyenler: Aşk ve Arkadaşlık
Psikanalitik açıdan aşk, çoğu zaman öznenin kendi eksikliğini kapatacak “mükemmel” kişiyi arayışıyla başlar. Aşkta sıklıkla karşımızdaki kişiyi aslında var olmayan, bütünlüklü bir figür olarak hayal etme eğilimi baskındır. Bu, yoğun bir idealizasyona dayanan, öznenin fantazisinin devrede olduğu bir haldir.
Aşk ve arkadaşlık arasındaki temel fark, Öteki’nin eksikliğine yaklaşımda yatıyor olabilir. Aşk, bu eksikliği giderme arayışındayken, gerçek bir arkadaşlıkta eksikliğin kabulü sanki daha kolaydır. Hakiki arkadaşlıkta, arkadaşımızın eksiğiyle aşktakinden daha farklı ilişkileniriz. Ötekinin eksiği bizim arzumuza etki etse de onu aşktaki gibi şekillendirmez. Arkadaşlıktaki eksik, aşka nazaran daha kabul edilebilirdir. Bu nedenle arkadaşlık, aşkın fantazmatik yapısından farklı olarak daha istikrarlı ve sürdürülebilir bir bağ oluşturur.
Bu yazıda söz edilen olan aşk, imgesel düzlemdeki aşktır; edebiyatın, sinemanın ve şarkıların yeniden yeniden anlattığı, tamamlanma yanılsamasıyla kurulan aşktır. Fakat aşkın da, hakiki arkadaşlık gibi, bu imgesel perdenin ötesine geçerek simgesel ya da Gerçek boyutlarda yaşanan çeşitleri de vardır kimi karşılaşmalarda bu mümkün hale gelir.
Simgesel Köprü
Bölünmüş özneler arasındaki bu hakiki arkadaşlık, imgesel rekabetin ve aşkın narsistik illüzyonunun ötesine geçmeyi başarabilir. Bu bağ, ötekindeki eksiği ortadan kaldırmaya çalışmaz; tam tersine, onu tanır ve paylaşır. Simgesel düzeyde kurulan bu bir nevi pakt, egonun yanılsamalarına karşı dile ve hakikate arka çıkar. Arkadaşlık, dyadik ilişkinin ötesine geçen üçüncül bir alan olarak, bireyin kendi arzusu ve Öteki ile kurduğu ilişkide köprü işlevi görür.